vendredi 18 décembre 2015

Geceleri dedektiflik yapardık (Haritasız Kentler - 25)



Geceleri dedektiflik yapardık. Filmlerdeki gibi, karton bardaklardaki kahveleri dışarıda ağzımızdan dumanlar ҫıkararak iҫerdik. Arabanın iҫinde biz, dışarıda soğuk, pusuya yatardık. Bulmak istediğimiz adamlar cılız florasan ışığında, gri kapılı apartman girişlerinden ҫıkardı. Hızlı adımlarla arabalarına doğu yürürken bizi farketmeden önümüzden geҫerlerdi. Arabalarının motorunu ҫalıştırır ҫalıştırmaz takip başlardı. Bir kadın ve bir erkekten oluşan her gerҫek ekip gibi birbirimize aşıktık ama aşk diye bir şey yoktu. Şehir geceleri kararırdı. Her yer tamamen siyah olduğunda formların, düşüncelerin ve olayların sınırları daha belirginleşirdi. O zaman daha da kendimiz olurduk. Gerҫekle yalanı ayırdeder, inanların söylediklerinin inandıkları olmadığını varsayardık. Bazen ben Sherlock o Watson’dı, bazen de o Watson ben Sherlock. Bu şehrin haritası olmadığı iҫin nerede olduğumuzu hiҫ bilemez, sadece ne yaptığımızı bilmekle yetinirdik. Aynı anda konuşmaya başlayıp aynı anda sustuğumuz anlarda bile birbirimizi dinleyebilirdik. Soruları ise hep başkalarına sorardık, birbirimize asla.

Binnaz Bulut
Haritasız Kentler 


///


///





Cambdrigde 2014
photo by me


samedi 5 décembre 2015

Arkadaşlık fikrinin ortak bir tutkuya dayanabileceğini bilmezdim






/ / / 




/ / / 


Gazeteciler dış dünyayla bağlantı kurmanız iҫin yazarlar. Bir iletişim kanalıdırlar. Ama yazar olan bir yazar farklıdır. Kurmaca yazan herkes –diye düşünür insanlar− yalnızdır. Belki bunun nedeni kurmacanın sadece başka insanın sesiyle bağlantı kurmanızı sağlıyor gibi görünmesidir. Belki de okumanın yalnız bir eymel olmasıdır. Bizi diğer insanlardan ayıran bir hobidir okumak.

Gazeteci, hikayeleri araştırır. Yazar ise hayal eder.

İşin garip yanı şu ki, bir romancının bu tek, yalnız sesi, bu güya yalıtılmış dünyayı yaratmak iҫin diğer insanlarla geҫirmek zorunda olduğu süreyi bilseniz, afallayıp kalırsınız.

Romanlarıma “kurmaca” demek zor.

Yazmamın sebebi, büyük ölҫüde, yazmanın beni haftada bir diğer insanlarla bir araya getirmesiydi. Kitapları yayımlanmış bir yazarın, Tom Spanbauer’ın Perşembe geceleri mutfak masasının etrafındda gerҫekleştirdiği bir atöyle ҫalışmasına katılıyordum. O zamanlar, bütün arkadaşlıklarım fiziksel yakınlığa dayalıydı : komşular ya da iş arkadaşları. Her gün onların yanında oturmaktan başka bir şansınız olmadığı iҫin tanıdığınız insanlar.

Tanıdığım en komik insan olan Ina Gerbert, insanın iş arkadaşlarını “uyduruk aile” diye tanımlıyor.

Fiziksel yakınlığa dayalı arkadaşlıklarda sorun gidici oluşlarıdır; bu arkadaşlıklar ya ayrılır ya da kovulurlar.

Bir edebiyat atölyesine katılana kadar arkadaşlık fikrinin ortak bir tutkuya dayanabileceğini bilmezdim. Edebiyat. Tiyatro. Ya da müzik. Ortak bir hayal. Değer verdiğiniz bu belirsiz, soyut beceriye değer veren insanlarla birlite olmanızı sağlayan ortak bir arayış. Bunlar ayrılmaya ya da kovulmaya dayanıklı arkadaşlıklardır. Bu hiҫ aksamayan, düzenli Perşembe gecesi sohbetleri yazmaktan bir kuruş bile kazanmadığım yıllarda beni yazmaya teşvik eden yegâne şeydi. Tom, Suzy, Monica, Steven, Bill, Cory ve Ricsk. Birbirimizi hırpalar ve överdik. Ve bu bize yeterdi.

Dövüş Kulübü’nün neden başarılı olduğuna dair en gözde teorim, ordaki hikâyenin insanların bir araya gelmesi iҫin bir yapı sunmasıdır. İnsanlar bağlantı kurmanın yeni yollarını görmek istiyorlar. Kırkyama Yorgan Yapmanın Yolları, Ya-Ya Kardeşliğin Kutsal Sırları ya da Talih Kuşu gibi kitaplra bir bakın. Bunlar insanların bir araya gelmesi ve hikâyelerini paylaşması iҫin bir yapı – yorgan dikmek ya da mahjong oynamak – sunan kitaplardır. Bu kitapların hepsi ortak bir aktiviteyle birbirine bağlanan kısa hikayelerden oluşur. Elbette, bütün bunlar kadın hikâyeleri. Erkeklerin toplumsal etkileşimi iҫin ҫok fazla yeni model görmüyoruz. Spor var mesela. Ya da imece usulü ev inşa etmek. Hepsi bu kadar. Hayır mi şer mi bilmem ama şimdi bir de dövüş kulüpleri var.

Kurgudan da Garip

Chuch Palahniuk 

jeudi 26 novembre 2015

Une clé internationale qui s’appelle “raison”



Une minute plus tard
RE:
Leo, éprouves-tu encore des sentiments quand tu m’écris? J’ai justement le sentiment que tu n’en as plus. Et c’est un sentiment très désagréable.


Deux minutes plus tard
RÉP:
Emmi, j’ai en moi d’énormes coffres et armoires remplis de sentiments pour toi. Mais j’ai aussi la clé qui convient.

40 secondes plus tard
RE:
Serait-ce une clé qui vient de Boston et qui s’appelle “Pamela”?

50 secondes plus tard
RÉP:
Non, c’est une clé internationale qui s’appelle “raison”.

30 secondes plus tard
RE:
Mais elle ne tourne que dans un sens. Elle ne fait que fermer. Et, à l’intérieur des armoires, les sentiments étouffent.

40 secondes plus tard
RÉP:
Ma raison veille à ce que mes sentiments aient toujours assez d’air.

30 secondes plus tard
RE:
Mais ils n’ont pas le droit de sortir. Ils ne sont jamais libres. Leo, je te le dis, ton équilibre émotionnel est fragile. Tu devrais y travailler. Bien, je vais prendre congé pour aujourd’hui (comme me le conseille ma raison), et je vais m’imprégner des mots que tu as ou n’as pas dits à propos de notre prochaine rencontre. Bonne nuit!

20 secondes plus tard
RÉP:
Dors bien, Emmi!


Daniel Glattauer

La septième vague 






Ordu – Perşembe – Çeşmeönü
"Black Sands of Ordu" 
Ağustos 2015 
photo credit: me


/ / / 





/ / / 

jeudi 15 octobre 2015

Bizi birbirmize sıkıca bağlayan tek şey bağlanma korkumuzdu (Haritasız Kentler - 24)

Bizi birbirmize sıkıca bağlayan tek şey bağlanma korkumuzdu. İkimiz de aşık olmaktan; buluşmadan hemen önce delicesine heyecana kapılmaktan; birlikteyken dünya nüfüsünun iki kişiden ibaret ve bunun gayet de yeterli olduğunu hissetmekten; en ufak temasla iҫimizin titremesinden; henüz hiҫ tanışmamışken birbirimizi tam da olduğumuz gibi hayal etmiş olmanın verdiği tuhaf sarhoşluktan nefret ediyorduk. Yanyana değilken, birlikte dillendirdiklerimizi, kaseti başa sarar gibi dinlemekten deBazı anlar vardı, geҫmişte yeterince sevilmemiş olmanın yarattığı duygusal boşluğu, tam da dolduğunda algıladığımız o anlar. Birbirimizi sevdiğimizi hissettiğimiz anlardı. O boşlukla tekrar yüzleşme riskinin yüze, bine, on bine katlandığı o anlardan ölesiye kaҫmak, hiҫbir zaman varolmadıklarını kabul etmek iҫin yanıp tutuştuğumuzda maalesef daha da yakınlaşırdık. İşte bu yüzden o gün sen gitmesen ben giderdim. Ben gitmesem başka bir gün sen giderdin. Belki aynı anda giderdik günün birinde. Haritasız bir şehirde bile bize söz geҫiren tek şey bağlanma korkumuzdu. Ne kadar korkuyorsak bağlanmaktan, o kadar bağlandık birbirimize. Yapılabilecek tek şey günlerce, aylarca, yıllarca ağlamaktı artık.


Binnaz Bulut 
Haritasız Kentler






/ / /







 Stuttgart 
September 2015 
photos taken by me 

dimanche 20 septembre 2015

Gidelim o zaman! (Haritasız Kentler - 23)



“Neden o kadar uzaktaki bir radyo istasyonunu dinliyorsun?” diye sordum. “Bu şehirde radyo istasyonu yok mu?” Biraz düşündükten sonra cevap verdi. “Uzakta ya da yakında olması ne farkeder? Ayrıca radyo uzaktakiler iҫindir. Ne kadar uzaktaki birine ulaşıyorsa o kadar iyidir.” Son cümleyi söyledikten sonra yere gelişigüzel atılmış büyük minderlerin üzerine boylu boyunca uzandı. Bugün simsiyah giyinmişti. Gözlerini kapattı ve şöyle dedi : “Kadın olduğunu unutman lazım. Ancak o zaman seninle güzel şeyler yapabiliriz.” Yavaş adımlarla yanına  geldim ve başının hizasında ҫömeldim. Yer tozluydu. Duvar boyaları yer yer dökülmüştü. Perdesiz pencerelerden giren güneş kadife koltukların rengini almıştı. Daha az koyu yeşil ve daha az bordo. “Sen de erkek olduğunu unut o zaman.” dedim. Gözlerini aҫtı birden. Kafasını hiҫ kıpırdatmadan tavana baktı. Sonra yavaşҫa benden tarafa dönerken, “Hala anlamadın mı, sen bana bunu unutturacaksın.” dedi. “Sen bana kadınlığımı unutturursan ben de sana erkekliğini unuttururum”, diye cevap verdim. Derin bir iҫ ҫektim. “Lavanta bahҫeleriyle dolu küҫük kasabalara, köylere gitmek istiyorum. Nerede olduklarını biliyor musun?” diye sordum. Beni karşısında ilk kez görüyormuş gibi baktı. “Tabii ki bu şehirde!” dedi. “Gidelim o zaman!” dedim. Öğleden sonra güneşinin tüm kızıllığı yüzüme vuruyordu. Gözlerimin iҫinde o renksiz ışığın sıcaklığını hissettim. Radyodan gelen şarkıya eşlik ettim belli belirsiz:  only daylight between us. “Bir şarkının sözlerini ve müziğini birbirinden ayırabilir insan isteyince” dedim, “ama istemesi lazım”. “Ama bu şehrin haritası yok. Nasıl gidileceğini bilmiyorum” dedi. 

Binnaz Bulut
Haritasız Kentler 


/ / /



/ / / 



Fiction, when we're not together
Mistaken for a vision, something of my own creation
I wake up alone, with only daylight between us
Last night the world was beneath us, tonight comes, dear love
Were we torn apart by the break of day?
You're more than I can believe, whatever come my way
Fiction, when we're not together
Mistaken for a vision, something of my own creation
Come real love, why do I refuse you?
'Cause if my fear's right, I risk to lose you
And if I just might wake up alone
Bring on the night
Fiction, when we're not together
Mistaken for a vision, something of my own creation
Any certainties, how am I to tell?
I know your face all too well, still I wake up alone
Fiction, when we're not together



Somewhere near Canterbury
September 2014
photo by me


dimanche 13 septembre 2015

Nereden dolaşabilirdi gemiler? (Haritasız Kentler - 22)





Torino - June 2015
photo by me


Dudaklarına bakmaya devam ettim sen konuşurken. Onlar hakkında tek kelime etmemiştim şimdiye dek, bundan sonra da etmeyecektim. İşte bu yüzden farketmemiştin belki de onlara baktığımı. Bir öğleden sonra denizine ayaklarımızı sarkıtmıştık. Kıyıda olmanın, güneşte olmanın ve birlikte olmanın tadı birbirine karışınca mutluluk gibi birşeye benzedi. Koca bir dağı oyup geҫit yapmışlar dedin gemiler Iskandinavya’ya gitmek iҫin taa şeyden dolaşmasın diye. Ama bu şehrin haritası yoktu ki, nereden dolaşabilirdi gemiler? Hatırlatmadım bunu. Gerҫekten de seninle aynı şehirde yaşıyor olduğuma hala inanamıyor, bunun ҫok ama ҫok kısa sürecek bir hayalden başka birşey olmamasından korkuyordum. Dudaklarına bakmaya devam ettim. Çatal bıҫak sesleri dalga seslerine karışırken seni öpmek istediğimi sandın galiba. Oysa ben sadece seni öpmeyi merak etmiştim.  


/ / /


/ / / 



jeudi 27 août 2015

İlk kez seni bırakıp gidemeyeceğimi hissediyorum (Haritasız Kentler 21)



“İҫimde bir mutluluk var ama nereden geldiğini bilmiyorum. Güneş ҫıktı, belki o yüzdendir diyorsun ama ondan değil, hissedebiliyorum. Hayır, herşeyi hissedemiyorum tabii ki. Peki sen neleri hissedebiliyorsun?” 

Kit sorumu duymamış, önümde yürümeye devam ediyordu. Monoloğu sonlandırdım. Yılların ağırlığıyla ezilmiş ve yüzeyleri ufalanmış kocaman taşlarla gelişigüzel döşenmiş upuzun yüksek bir duvar dibinde yürüyorduk. Onu yürürken arkadan izlemek ҫok hoşuma gidiyordu. Orada olduğumu bilmemesini, duvarlar boyunca onu gizli gizli arkasından takip etmeyi isterdim: 
geҫerken, duvar taşlarının arasından fışkıran dallardaki yapraklara elini degdiriyor mu; birinin onu izlediğinden kuşkulandığında önce usulca dinliyor mu yoksa aniden arkasına mı dönüyor; gürültülü belediye otobüsü yanında uzanan caddede tam karşıda göründüğünde, son sürat  yanından geҫmeden hemen önce, aniden önüne atlamak aklından geҫiyor mu? İҫimde bir mutluluk var Kit, evet. Haritası bile olmayan bu bilinmez kentte ilk kez, seni bırakıp gidemeyeceğimi hissediyorum. 







Photo by me. 
Title : “Bağlanmak (attachement)”


Knidos – July 2015

Si quelqu’un n’est pas n’importe qui, c’est bien vous



Le jour suivant
Objet: Emmi

Non, Emmi, vous n’êtes pas n’importe qui. Si quelqu’un n’est pas n’importe qui, c’est bien vous. Et surtout pas pour moi. Vous êtes comme une deuxième voix en moi, qui m’accompagne au quotidien. Vous avez fait de mon monologue intérieur un dialogue. Vous enrichissez ma vie spirituelle. Vous remettez en question, vous insistez, vous parodisez, vous vous opposez à moi. Je vous suis reconnaissant pour votre esprit, pour votre charme, pour votre vivacité, et même pour votre ‘mauvais goût’.

Daniel Glattauer

Gut Gegen Nordwind



My friend Maxime in Ankara 
June 2015 (photo by me)


/ / / 


/ / / 




vendredi 21 août 2015

Ne ҫare ki karısını seviyordu

Wilma öfkelenmekten hoşlanıyordu. Doyumu böyle sağlıyordu o. Ne ҫare ki karısını seviyordu. O korku ve hayranlığı da sevgisini artırıyordu. Pete o günden beri karısına üҫ kez Xanax vermişti. Bu onu korkutan üҫüncü olaydı. Yani ҫarşafların ҫamurlanması. Adam ҫay yapıp icinde bir değil iki tablet atmıştı. Ertesi sabah karısının ne kadar sakin olduğunu görünce rahatlamıştı.  Kocasını iyice  ezdiğine inanan Wilma’nın tüm bunlardan haberi yoktu ve o ilaҫ yüzünden Yugo arabasıyla Nettie’nin evini kapısından iҫeriye dalarak intikam almaktan vazgeҫtiğini de bilmiyordu. Tabii Wilma, Nettie’yi tümüyle unutmamıştı. Çarşafları ondan başkasının ҫamurlamış olabileceğiyse aklına bile gelmiyordu. Yeryüzünde hiҫbir ilaҫ bunları sağlayamazdı. 

Stephen King 
Ruhlar Dükkanı 


Agustos 2015 - Gümüşlük 

///


/// 

dimanche 16 août 2015

Arzuladığı adamı, suyun bataklığa sızması gibi, yavaşҫa ele geҫirir







Ordu – Perşembe – Çeşmeönü

Ağustos 2015
(photo by me)



Ve birkaҫ yıl sönra Louis Aragon, Nancy’yi anlatan bir metinde (Le Con d’Irène), “arzuladığı adamı suyun bataklığa  sızması gibi yavaşҫa ele geҫiren” bu kadının dünyasına nasıl kapılıp sürüklendiğini şöyle anlatacaktır:

Kendini hiҫbir hazdan yoksun bırakmaz. Başkalarını da sevmez. Başkalarını hiҫbir zaman sevmemiştir. Çocukluğundan bu yana başkalarının ona düşman olduğuna inanmıştır. Onları, durdukları yerde unutur bazen. (...) Ağır ve hırҫındır. Tepeden bakar. Annesi işine karıştığında bakışları sertleşir. Erkekleri düşünür hep. Tüm zevkleri düşündüğü gibi. Erkeklerin sertliğine ve güzelliğine karşı duyarlıdır. Kolay değildir, gövdesini de örseletmez kolayca, ama iffetinden değil. Herkesle yattığı söyleniyor. Doğru degil bu. Uzun süre arzusunun iz bıraktığı erkegi özler. Öyle ansızın vermez kendini, fantaziden hoşlanmaz. Arzuladığı adamı, suyun bataklığa sızması gibi, yavaşҫa ele geҫirir.

Nedim Gürsel

Aşk Kırgınları 



samedi 14 mars 2015

C’étaient des femmes qui, à ses caresses, avaient répondu de toute leur sensibilité en s’oubliant elles-mêmes, qui avaient déliré, inconscientes de plaisir

    

    Tout en pressant doucement dans sa main les cheveux tombants de la fille, le vieil Eguchi essaya de retrouver son calme en s’efforçant de se confesser à lui-même les fautes et les dépravations de son passé. Mais ce qui lui revenait à l’esprit, c’étaient les femmes de ce passé. Et ce que le vieillard se complaisait à évoquer, ce n’était ni la durée, brève ou longue, de ses relations avec elles, ni leur beauté ou leur laideur, ni leur esprit ou leur sottise, ni leur distinction ou leur vulgarité, ni rien de ce genre. C’étaient des femmes comme par exemple la femme mariée de Kôbe qui avait dit:
      − Ah, j’ai dormi d’un sommeil de mort ! Vraiment, d’un sommeil de mort !    
      C’étaient des femmes qui, à ses caresses, avaient répondu de toute leur sensibilité en s’oubliant  elles-mêmes, qui avaient déliré, inconscientes de plaisir. Ces choses-là, plus que de la profondeur de l’amour d’une femme, témoignent sans doute de dispositions innées. 

Yasunari Kawabata


Les Belles Endormies 




*

Great happy days of last spring 
with my friend Beyza in Toulouse
June 2014 
photos of course taken by me

jeudi 12 mars 2015

Sakın bana aşık olma! (Haritasız Kentler 20)

Liv oyuncak bir tabanca alıp onu ҫantasında taşımaya karar verdi. Geniş, yokuş aşağı inen caddelerde büyük adımlarla yavaş yavaş yürüyecek, saҫ tellerinin arasından geҫen ilkbahar rüzgarını hissedecek, tam karşıya bakarak gülümseyecekti... Tüm bunları yaparken eli tabancasında olacaktı. O anın güzelliğini bozan herhangi birşey olursa, ҫantasından tabacayı ҫıkarıp hemen ateş edecekti. Mesela Kit yine ona “Sakın bana aşık olma!” derse onu hemen oracıkta tabancasıyla vuracaktı.

Binnaz Bulut
Haritasız Kentler


///


///





Musée Carnavelet - Paris 
July 2014 
photos by me


mardi 27 janvier 2015

Dick aralarındaki ilişkinin boyutundan kuşkuya düştükҫe, kızın kendine olan güveni artıyordu



“Ben hiҫ Paris’e gitmedim ki.”
Yürürken bazen maviye bazen de griye ҫalan krem rengi elbisesi, sapsarı saҫları Dick’in gözlerini kamaştırmıştı – ne zaman ona doğru dönse, kız azıcık gülümsüyordu; yolun bir yay şeklinde kıvrıldığı yere geldiklerinde, yüzü bir meleğinki gibi aydınlanıverdı. Adama döndü, sanki onu bir partiye filan götürmüş gibi, herşey iҫin teşekkür etti; Dick aralarındaki ilişkinin boyutundan kuşkuya düştükҫe, kızın kendine olan güveni  artıyordu; dünyadaki tüm coşkuyu yansıtırmış gibi görünen bir coşku, bir heyecan vardı bu kızda.

Buruktur Gece
F. Scott Fitzgerald


Yokohama - August 2014

"Bed with alarm clock, air condition's bottons, plug and night light.... what else? "


///
///


vendredi 23 janvier 2015

Ya bu anı hayatımızın sonuna dek unutamazsak ? (Haritasız Kentler 19)


///



Kumsalın bu kısmında kayalıklar başlıyordu. İkisi de kararsızlık yaşamadan daldılar oraya. El yordamıyla kayalardan destek alarak, bazen sıҫrayarak, bazen yavaş ve temkinli hareketlerle ilerlemeye devam ediyorlardı. Dalgaların ritmi hareketlerinin ritmi ile birleşiyor, tepelerinde küҫücük görünen ay bile onlara katılmak istiyordu kâh büyüyüp küҫülerek kâh parlayıp solarak. Becerebilse şakıyacaktı.. “Burası iyi, buraya oturabiliriz, sırtımızı bile dayayabiliriz!” dedi Kit. “Olur.” dedi Liv, nasıl ҫıktıysa sesi öyle.  Oturdular, sırtlarını arkalarındaki kayaya yasladılar. Deniz dalgalı ; gecenin siyahı mavisiz ; rüzgar ise kuliste bekleyen ve sahneye ҫıktığında hic kimsenin gözlerini kendisinden alamayacağından emin, ince yapılı ve güzel gözlü bir dansöz gibiydi. Yanyana oturdular. Birbirlerine değmiyorlardı. Kit, “ Belki de birinin düşleriyiz biz,” dedi, “bir kış gecesi, camdan dışarı bakarken aslında olmak istedikleriyiz.” “Olabilir.” dedi Liv, gözlerini kapatmış uzaktan gelen melodiyi daha iyi işitmeye, seҫmeye ҫalışırken. “Belki o kişi kendini yalnız hissettiğinde bizi yazıyordur,” dedi, “bilmiyordur ki biz gerҫeğiz.” “Neden olmasın…” diye yanıt verdi Liv. “Galiba biliyorum, o piyano bu. O gün yüreğime işlemiş olan...” Tam o anda büyük bir dalga önünlerindeki kayalığın ucuna ҫarparak patladı. Biraz ıslandılar. “Bu şehrin haritası vardır, sanıyordur. Oysa ki yok.” dedi Kit  karşılarındaki engin siyah boşluğa bakarak. “Gözlerini kapat ve piyanonyu takip etmeye ҫalış... hadi...”  Kit sessizce biraz bekledikten sonra elini uzattı Liv’e doğru. Gözleri kapalı olduğundan farketmeyecek sandı. Liv de uzattı elini. Gözleri hala kapalıydı. Siyah ve uzeri pırıl pırıl parlayan denizin önünde, parmakları belli belirsiz birbirine dokundu. Liv sordu: “Ya bu anı hayatımızın sonuna dek unutamazsak?”

Haritasız Kentler
Binnaz Bulut 




My friend Jacqueline on the rocks 
Istanbul - September 2012 
taken by me

mardi 20 janvier 2015

Bir de, kadın, bedeniyle kalbini birbirinden ayrabiliyordu.



Fakat rüyasında, Tsukuru bir kadını her şeyden ҫok istiyordu. Kim olduğu net değildi.  Oradaydı işte, hepsi bu. Bir de, kadın, bedeniyle kalbini birbirinden ayrıabiliyordu. Böyle özel bir yeteneği vardı. Bunlardan birisini dersen sana veririm, dedi Tsukuru’ya. Bedenimi ya da kalbimi. Fakat ikisini birden elde edemezsin. O yüzden şimdi burada ikisinden birini seҫmeni istiyorum. Diğerini başka birine vereceğim ҫünkü. Fakat Tsukuru kadını her şeyiyle istiyordu. İkisinden birini başka bir erkeğe veremezdi. Bu onun katlanabileceği bir şey değildi.  Madem öyle ikisini de istemem, demek istiyordu. Fakat bunu da söyleyemiyordu. Ne ileri gidebiliyor, ne de geri ҫekilebiliyordu. 


Haruki Murakami
Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları 


///
///



Rezzak, Picasso's woman at my place
Ankara
December 2014