vendredi 18 décembre 2015

Geceleri dedektiflik yapardık (Haritasız Kentler - 25)



Geceleri dedektiflik yapardık. Filmlerdeki gibi, karton bardaklardaki kahveleri dışarıda ağzımızdan dumanlar ҫıkararak iҫerdik. Arabanın iҫinde biz, dışarıda soğuk, pusuya yatardık. Bulmak istediğimiz adamlar cılız florasan ışığında, gri kapılı apartman girişlerinden ҫıkardı. Hızlı adımlarla arabalarına doğu yürürken bizi farketmeden önümüzden geҫerlerdi. Arabalarının motorunu ҫalıştırır ҫalıştırmaz takip başlardı. Bir kadın ve bir erkekten oluşan her gerҫek ekip gibi birbirimize aşıktık ama aşk diye bir şey yoktu. Şehir geceleri kararırdı. Her yer tamamen siyah olduğunda formların, düşüncelerin ve olayların sınırları daha belirginleşirdi. O zaman daha da kendimiz olurduk. Gerҫekle yalanı ayırdeder, inanların söylediklerinin inandıkları olmadığını varsayardık. Bazen ben Sherlock o Watson’dı, bazen de o Watson ben Sherlock. Bu şehrin haritası olmadığı iҫin nerede olduğumuzu hiҫ bilemez, sadece ne yaptığımızı bilmekle yetinirdik. Aynı anda konuşmaya başlayıp aynı anda sustuğumuz anlarda bile birbirimizi dinleyebilirdik. Soruları ise hep başkalarına sorardık, birbirimize asla.

Binnaz Bulut
Haritasız Kentler 


///


///





Cambdrigde 2014
photo by me


samedi 5 décembre 2015

Arkadaşlık fikrinin ortak bir tutkuya dayanabileceğini bilmezdim






/ / / 




/ / / 


Gazeteciler dış dünyayla bağlantı kurmanız iҫin yazarlar. Bir iletişim kanalıdırlar. Ama yazar olan bir yazar farklıdır. Kurmaca yazan herkes –diye düşünür insanlar− yalnızdır. Belki bunun nedeni kurmacanın sadece başka insanın sesiyle bağlantı kurmanızı sağlıyor gibi görünmesidir. Belki de okumanın yalnız bir eymel olmasıdır. Bizi diğer insanlardan ayıran bir hobidir okumak.

Gazeteci, hikayeleri araştırır. Yazar ise hayal eder.

İşin garip yanı şu ki, bir romancının bu tek, yalnız sesi, bu güya yalıtılmış dünyayı yaratmak iҫin diğer insanlarla geҫirmek zorunda olduğu süreyi bilseniz, afallayıp kalırsınız.

Romanlarıma “kurmaca” demek zor.

Yazmamın sebebi, büyük ölҫüde, yazmanın beni haftada bir diğer insanlarla bir araya getirmesiydi. Kitapları yayımlanmış bir yazarın, Tom Spanbauer’ın Perşembe geceleri mutfak masasının etrafındda gerҫekleştirdiği bir atöyle ҫalışmasına katılıyordum. O zamanlar, bütün arkadaşlıklarım fiziksel yakınlığa dayalıydı : komşular ya da iş arkadaşları. Her gün onların yanında oturmaktan başka bir şansınız olmadığı iҫin tanıdığınız insanlar.

Tanıdığım en komik insan olan Ina Gerbert, insanın iş arkadaşlarını “uyduruk aile” diye tanımlıyor.

Fiziksel yakınlığa dayalı arkadaşlıklarda sorun gidici oluşlarıdır; bu arkadaşlıklar ya ayrılır ya da kovulurlar.

Bir edebiyat atölyesine katılana kadar arkadaşlık fikrinin ortak bir tutkuya dayanabileceğini bilmezdim. Edebiyat. Tiyatro. Ya da müzik. Ortak bir hayal. Değer verdiğiniz bu belirsiz, soyut beceriye değer veren insanlarla birlite olmanızı sağlayan ortak bir arayış. Bunlar ayrılmaya ya da kovulmaya dayanıklı arkadaşlıklardır. Bu hiҫ aksamayan, düzenli Perşembe gecesi sohbetleri yazmaktan bir kuruş bile kazanmadığım yıllarda beni yazmaya teşvik eden yegâne şeydi. Tom, Suzy, Monica, Steven, Bill, Cory ve Ricsk. Birbirimizi hırpalar ve överdik. Ve bu bize yeterdi.

Dövüş Kulübü’nün neden başarılı olduğuna dair en gözde teorim, ordaki hikâyenin insanların bir araya gelmesi iҫin bir yapı sunmasıdır. İnsanlar bağlantı kurmanın yeni yollarını görmek istiyorlar. Kırkyama Yorgan Yapmanın Yolları, Ya-Ya Kardeşliğin Kutsal Sırları ya da Talih Kuşu gibi kitaplra bir bakın. Bunlar insanların bir araya gelmesi ve hikâyelerini paylaşması iҫin bir yapı – yorgan dikmek ya da mahjong oynamak – sunan kitaplardır. Bu kitapların hepsi ortak bir aktiviteyle birbirine bağlanan kısa hikayelerden oluşur. Elbette, bütün bunlar kadın hikâyeleri. Erkeklerin toplumsal etkileşimi iҫin ҫok fazla yeni model görmüyoruz. Spor var mesela. Ya da imece usulü ev inşa etmek. Hepsi bu kadar. Hayır mi şer mi bilmem ama şimdi bir de dövüş kulüpleri var.

Kurgudan da Garip

Chuch Palahniuk