Geceleri
dedektiflik yapardık. Filmlerdeki gibi, karton bardaklardaki kahveleri dışarıda
ağzımızdan dumanlar ҫıkararak iҫerdik. Arabanın iҫinde biz, dışarıda soğuk, pusuya yatardık. Bulmak istediğimiz adamlar cılız florasan ışığında,
gri kapılı apartman girişlerinden ҫıkardı. Hızlı adımlarla arabalarına doğu
yürürken bizi farketmeden önümüzden geҫerlerdi. Arabalarının motorunu ҫalıştırır
ҫalıştırmaz takip başlardı. Bir kadın ve bir erkekten oluşan her gerҫek ekip
gibi birbirimize aşıktık ama aşk diye bir şey yoktu. Şehir geceleri kararırdı. Her
yer tamamen siyah olduğunda formların, düşüncelerin ve olayların sınırları daha
belirginleşirdi. O zaman daha da kendimiz olurduk. Gerҫekle yalanı ayırdeder,
inanların söylediklerinin inandıkları olmadığını varsayardık. Bazen ben
Sherlock o Watson’dı, bazen de o Watson ben Sherlock. Bu şehrin haritası
olmadığı iҫin nerede olduğumuzu hiҫ bilemez, sadece ne yaptığımızı bilmekle
yetinirdik. Aynı anda konuşmaya başlayıp aynı anda sustuğumuz anlarda bile
birbirimizi dinleyebilirdik. Soruları ise hep başkalarına sorardık, birbirimize
asla.
Binnaz Bulut
Haritasız
Kentler
///
Aucun commentaire:
Enregistrer un commentaire