Karanlıkta
yavaşça odaya girdim, abamı ve şalımı çıkardım, soyundum, ama bilmiyorum neden,
kemik saplı bıçağı elimde tutuyordum, yatağına girdim. Yatağının sıcaklığı,
âdeta taze can üfledi bedenime. Sonra bir zamanlar Suren ırmağı kıyısında
körebe oynadığımız o solgun yüzlü, çelimsiz ve gözleri masum Türkmen gözleri
gibi, o küçük kızı hatırlayarak; onun o tatlı, nemli ve ılık vücudunu
kucakladım. Hayır, hayır, yırtıcı ve aç bir hayvan gibi atıldım üzerine; oysa
bütün kalbimle de tiksiniyordum ondan, öyle sanıyordum ki aşk ve kin aynı
şeydiler. Serin, solgun vücudu, karımın vücudu, avının çevresinde kıpırdayan
bir kobra yılanı gibi yayıldı, açıldı ve çemberine hapsetti beni. Göğsünün
kokusu sarhoş ediciydi, kollarını boynuma dolamıştı, etinden hoş bir sıcaklık
yayılıyordu, o anda hayatım sona ersin istedim. Çünkü o dakikada ona karşı
bütün hıncım, bütün kinim yok olmuştu; gözyaşlarımı tutmaya çalışıyordum. Ben
farkına varmadan, adamotu gibi, bacakları bacaklarımda kenetlenmiş, kolları
boynumda halkalanmıştı. Bu terütaze etin tatlı sıcaklığını duyuyordum ve
kavrulan gödemin her zerresi, bu sıcaklığı içiyordu. Hissediyordum ki, bir av
gibi yutmaktaydı beni. Korku ve keyif, birbirine karışmıştı, ağzı bir
salatalığın buruk tadını veriyordu. Bu tatlı basınç altında ter döküyor,
kendimden geçiyordum.
Tenim,
vücüdümün her zerresi, hükümleri altına almışlardı beni; yüksek sesle zafer
şarkılarını söylüyorlardı. Ben mahkûm ve biçare, bu uçsuz bucaksız denizde,
uysal itaatli, kendimi dalgaların keyfine bırakmıştım. Bir yesemin ıtırı yayan
saçları, yüzüme yapışmıştı; gövdelerimizin derinliklerinden acının ve sevincin
feryatları dışarı vuruyordu. Birdenbire şiddetle ısırdığını hissettim;
yırtılmıştı dudağım. Tırnağını da böyle mi ısırıyordu, yoksa benim yarık
dudaklı ihtiyar olmadığımı anlamış mıydı? Kendimi kurtarmak istiyor, ama bunca
çabama rağmen başaramıyordum bunu. Tenimizin etleri birbirine lehimlenmişti
âdeta.
Delirdiğimi
sanıyordum. O keşmekeş içinde, elimi uzattım nasılsa ve elimdeki bıçağın
vücudunun bir yerine saplandığını hissettim. Sıcak bir sıvı, yüzüme fışkırdı.
Bir çığlık kopardı ve beni bıraktı. Avucumda sıcak bir şey vardı, ona
dokunmadım, elimi yumruk yaptım. Bıçağı attım, bıçaksız elimi vücudunda
gezdirdim, katılaşmıştı. Ölmüştü o. Bir öksürük tuttu beni, fakat öksürük de
değildi bu; kuru, iğrenç ve insanın tüylerini diken diken eden bir kahkaha.
Korkudan titreyerek, abamı omzuma aldım, odama döndüm. Lamba ışığında avucumu
açtım, baktım, gözüydü avucumda tuttuğum şey. Her yerim kana bulanmıştı.
Sâdık
Hidâyet
Aucun commentaire:
Enregistrer un commentaire