ve orada durup Fener’den gelen o uzun ve sabit
ışığı, üҫ işığın iҫinde kendi ışığı olan en sonuncusunu karşılamaya hazırlandı,
ҫünkü insan onları hep aynı saatte o ruh haliyle izlerken elinde olmadan
kendini gördüğü şeylerden bir tanesiyle ilişkilendirmeden edemiyordu; ve o şey,
o uzun ve sabit ışık, onun ışığıydı. Sık sık kendini elinde işiyle oturmuş
bakarken, oturmuş bakarken buluyor ve sonunde baktığı o şeye –mesela o ışığa– dönüşüyordu.[...]
İnsan yalnızlıktan, her zaman istemeyerek de olsa, şuna ya da buna, bir sese,
bir görüntüye tutunarak kendini kurtarıyor, diye düşündü Mrs. Ramsay. Kulak
kabarttı ama etrafında ҫıt yoktu; kriket maҫı bitmişti; ҫocuklar yıkanmaya
gitmişti; bir tek denizin sesi vardı. Örmeyi bıraktı;
kızıl-kahverengi uzun ҫorap ellerinde bir an sallandı. O ışığı tekrar gördü.
Gizli bir alayla sorgularayarak bektı o sabit ışığa, ҫünkü insan ayıldığında
ҫevresiyle ilişkisi de değişirdi, acımazsızdı ışık, amansızdı, kendisine hem
ҫok benziyor hem de hiҫ benzemiyordu, onu hükmü altına almıştı (geceleri
uyandığında ışığın yataklarının üzerinden aşıp yere vurduğunu görüyordu), ama
bütün bunlara rağmen parmaklarıyla beynindeki mühürlü bir kutuyu kurcalıyormuş
da kutunun aҫılmasıyla birlikte bir haz seline kapılacakmış gibi bakarken, mutluluğu tatmıştı, muazzam, derin bir
mutluluğu, ışık kabaran dalgaları gümüşüyle biraz daha parlatırken,
günışığı solup denizin mavisi silinirken
ve lekesiz limonu andıran dalgalar kıvrılıp kabararak kumsala vururken, Mrs.
Ramsay’ın gözleri duyduğu vecdle parlarken ve zihninin tabanını zevk dalgaları
yalarken, Yeter! demek geldi iҫinden, Yeter!
Deniz Feneri
Virginia Woolf
un peu de narcissisme...
me & adored Virginia Woolf
///
///
Aucun commentaire:
Enregistrer un commentaire