mardi 12 juillet 2011

Je n'arriverais pas à désexualiser le rapport avec lui

Je n'arriverais pas à désexualiser le rapport avec lui, comme je l'avais toujours fait dans ces cas-là. Avec tout ce qu'il disait. Même si c'était dans le désordre. Avec l'articulation logique brouillée, par des points de suspension, des contradictions, une affirmation aussitôt contredite par une autre, jamais de point final, jamais rien de clair dans la syntaxe, d'univoque, beaucoup de verbes de modalité, des phrases toujours un peu embrouillées avec la fin à deviner, mais l'impression que j'avais en le quittant était toujours la même. 




Christine Angot 
Rendez-vous



dimanche 10 juillet 2011

Gercekten yalniz oldugumuzu kabullenmenin vaktidir

Neresinin disarisi neresinin icerisi oldugunu bilemedigimiz zamanlar olur. Iki tarafi da kullanilabilen yagmurluklar gibi, bir iceriyi, bir disariyi uygun goruruz kendimize. 

"Hey Dijk!"
      Donup baktim. Tanimadigim, esmer, cekik gozlu bir adam. Yagmurlugunun sapkasini cekmisti basina.
"Dope!" dedi, durdugu sacak altindan ayrilmadan. 
Dope ? "Dijk" sectigim isimdi, ama "dope" ? Dosyami arandim, yoktu. 

Kendi kucuk, ayriksi dunyamizda bir dil olustururuz; bu dunyayi paylasanlarla, paylastigini dusunduklerimizle. Sistemin disinda olmak, icinde olanlara gore bir yerde durmak belirler yerimizi. Ayriksi dilden oteye dustugumuzde, "disinda olma"nin da disinda atildigimizi goruruz. Gercekten yalniz oldugumuzu kabullenmenin vaktidir; dilimizi paylasacak "yabancilar" da yoktur artik.



Kiyisiz
Turker Armaner 





dimanche 3 juillet 2011

You're just a man, you get what you can












There's a dream that I see, I pray it can be
Look cross the land, shake this land
A wish or a command
Dream that I see, don't kill it, it's free
You're just a man, you get what you can

We all do what we can

So we can do just one more thing
We can all be free
Maybe not in words
Maybe not with a look
But with your mind

Listen to me, don't walk that street

There's always an end to it
Come and be free, you know who I am
We're just living people

We won't have a thing

So we got nothing to lose
We can all be free
Maybe not with words
Maybe not with a look
But with your mind

You've got to choose a wish or command

At the turn of the tide, is withering thee
Remember one thing, the dream you can see
Pray to be, shake this land

We all do what we can

So we can do just one more thing
We won't have a thing
So we've got nothing to lose
We can all be free
Maybe not with words
Maybe not with a look
But with your mind

But with your mind





Cat Power 



Un des "Vu du ciel" de Yann Artus Bertrand

samedi 2 juillet 2011

Bir daha kimseyi gormeyecegim





Uyuyakalmisim. Tek ses, tek unlem cikarmaksizin yanasmislar kiyiya, cekmisler tekneyi kumlarin uzerine, dilsiz hareketlerle bosaltip gitmisler adanin iclerine dogru. Bir daha kimseyi gormeyecegim. Belli belirsiz bir ugultu yerlesmis teknenin her kosesine. Onu duyuyorum. Ruzgar durdugunda, su dindiginde, geride buyuk fisilti topagi.


Enis Batur

Bir teknenin omurgasina dogru cozulus sureci uzerine onbir pence - VI
Kanat Hareketleri 
Lirik Siirler 1993-1999 


Blue Nude
1902









vendredi 1 juillet 2011

Kiymali-camli mantilar

Yagmur iyice hizlandiginda yerinden kalkti, uyusuk adimlarla mutfaga gitti. Iste o zaman, orada gordu cam cay kasiklarini. Cam cay kasiklari, sadece misafir geldiginde cikartilirdi fiyonklu kadife kutularindan. Misafir gelmedigi gunlerde cocuk, cayini kolayca egilip bukulen teneke cay kasiklariyla karistirirdi. 
Mutfak tezgahina tutunup, yakindan bakti cam kasiklarina. Bunlari daha evvel gormemisti. Kasiklarin tepesinde koyu camdan, ufacik kelebekler vardi. Isteseler, her an kanatlanip ucabilirlerdi sanki. Ama nedense ucmaya niyetleri yok gibiydi. Hemen yan tarafta, ickerine gazete kagidi serilmis iki kocaman, yusyuvarlak tepsi vardi. Manti pisirecekti kadinlar. Kucuk kucuk hamur karelerinin ortasinda, pembe pembe et topaklari duruyordu. Henuz kapanmamaisti manti karelerinin agizlari. Ama nedense konusmaya niyetleri yok gibiydi. 
Cocuk once kelebeklerin kanatlarini teker teker koparip bir kenara ayirdi. Sonra, cam cay kasiklarini havana koyup, bir guzel ezdi. 
Catir catir kirildi camlar. Parmaklarini kesmemeye gayret ederek, her bir cam kirigini, bir pembe etin ortasina yerlestirdi. Susuz kalmis toprak yagmur damlalarini nasil istahla emerse, mantilar da aynen oyle yutuverdi cam kiriklarini. Goz acip kapayincaya kadar, butun cam kiriklari kaybolmustu et toplarinin icinde. Oyle ki, iyice yaklasip dikkatlice bakilmadikca, hicbir tuhaflik sezilmiyordu ortalikta. Kiymali-camli mantilar, pisirmeye hazirdi. Cocuk mantilarin agizlarini kapatmaya gerek duymadi. Kim actiysa, o kapatirdi. 
Bunu niye yaptigini bilmiyordu. Ama ne yaptiginin farkindaydi, neler olabileceginin de. Istese olacaklari durdurabilirdi. Hemen simdi salona donup, epeyce acikmis kadinlara mantiyi yememelerini, yoksa dillerinin kanayacagini soyleyebilirdi. Kimsenin dili kanamasin diye, bu cinnetaver ugultuyu hemen simdi susturabilir, kendi kendini gammazlayabilirdi. 


Elif Safak
Mahrem