mardi 27 janvier 2015

Dick aralarındaki ilişkinin boyutundan kuşkuya düştükҫe, kızın kendine olan güveni artıyordu



“Ben hiҫ Paris’e gitmedim ki.”
Yürürken bazen maviye bazen de griye ҫalan krem rengi elbisesi, sapsarı saҫları Dick’in gözlerini kamaştırmıştı – ne zaman ona doğru dönse, kız azıcık gülümsüyordu; yolun bir yay şeklinde kıvrıldığı yere geldiklerinde, yüzü bir meleğinki gibi aydınlanıverdı. Adama döndü, sanki onu bir partiye filan götürmüş gibi, herşey iҫin teşekkür etti; Dick aralarındaki ilişkinin boyutundan kuşkuya düştükҫe, kızın kendine olan güveni  artıyordu; dünyadaki tüm coşkuyu yansıtırmış gibi görünen bir coşku, bir heyecan vardı bu kızda.

Buruktur Gece
F. Scott Fitzgerald


Yokohama - August 2014

"Bed with alarm clock, air condition's bottons, plug and night light.... what else? "


///
///


vendredi 23 janvier 2015

Ya bu anı hayatımızın sonuna dek unutamazsak ? (Haritasız Kentler 19)


///



Kumsalın bu kısmında kayalıklar başlıyordu. İkisi de kararsızlık yaşamadan daldılar oraya. El yordamıyla kayalardan destek alarak, bazen sıҫrayarak, bazen yavaş ve temkinli hareketlerle ilerlemeye devam ediyorlardı. Dalgaların ritmi hareketlerinin ritmi ile birleşiyor, tepelerinde küҫücük görünen ay bile onlara katılmak istiyordu kâh büyüyüp küҫülerek kâh parlayıp solarak. Becerebilse şakıyacaktı.. “Burası iyi, buraya oturabiliriz, sırtımızı bile dayayabiliriz!” dedi Kit. “Olur.” dedi Liv, nasıl ҫıktıysa sesi öyle.  Oturdular, sırtlarını arkalarındaki kayaya yasladılar. Deniz dalgalı ; gecenin siyahı mavisiz ; rüzgar ise kuliste bekleyen ve sahneye ҫıktığında hic kimsenin gözlerini kendisinden alamayacağından emin, ince yapılı ve güzel gözlü bir dansöz gibiydi. Yanyana oturdular. Birbirlerine değmiyorlardı. Kit, “ Belki de birinin düşleriyiz biz,” dedi, “bir kış gecesi, camdan dışarı bakarken aslında olmak istedikleriyiz.” “Olabilir.” dedi Liv, gözlerini kapatmış uzaktan gelen melodiyi daha iyi işitmeye, seҫmeye ҫalışırken. “Belki o kişi kendini yalnız hissettiğinde bizi yazıyordur,” dedi, “bilmiyordur ki biz gerҫeğiz.” “Neden olmasın…” diye yanıt verdi Liv. “Galiba biliyorum, o piyano bu. O gün yüreğime işlemiş olan...” Tam o anda büyük bir dalga önünlerindeki kayalığın ucuna ҫarparak patladı. Biraz ıslandılar. “Bu şehrin haritası vardır, sanıyordur. Oysa ki yok.” dedi Kit  karşılarındaki engin siyah boşluğa bakarak. “Gözlerini kapat ve piyanonyu takip etmeye ҫalış... hadi...”  Kit sessizce biraz bekledikten sonra elini uzattı Liv’e doğru. Gözleri kapalı olduğundan farketmeyecek sandı. Liv de uzattı elini. Gözleri hala kapalıydı. Siyah ve uzeri pırıl pırıl parlayan denizin önünde, parmakları belli belirsiz birbirine dokundu. Liv sordu: “Ya bu anı hayatımızın sonuna dek unutamazsak?”

Haritasız Kentler
Binnaz Bulut 




My friend Jacqueline on the rocks 
Istanbul - September 2012 
taken by me

mardi 20 janvier 2015

Bir de, kadın, bedeniyle kalbini birbirinden ayrabiliyordu.



Fakat rüyasında, Tsukuru bir kadını her şeyden ҫok istiyordu. Kim olduğu net değildi.  Oradaydı işte, hepsi bu. Bir de, kadın, bedeniyle kalbini birbirinden ayrıabiliyordu. Böyle özel bir yeteneği vardı. Bunlardan birisini dersen sana veririm, dedi Tsukuru’ya. Bedenimi ya da kalbimi. Fakat ikisini birden elde edemezsin. O yüzden şimdi burada ikisinden birini seҫmeni istiyorum. Diğerini başka birine vereceğim ҫünkü. Fakat Tsukuru kadını her şeyiyle istiyordu. İkisinden birini başka bir erkeğe veremezdi. Bu onun katlanabileceği bir şey değildi.  Madem öyle ikisini de istemem, demek istiyordu. Fakat bunu da söyleyemiyordu. Ne ileri gidebiliyor, ne de geri ҫekilebiliyordu. 


Haruki Murakami
Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları 


///
///



Rezzak, Picasso's woman at my place
Ankara
December 2014 

Je guettais nerveusement ses moindres gestes

J’avais toujours le coeur battant quand je me mettais à ranger. Car c’était à ce moment-là qu’il décidait si oui ou non il m’emmenait dans la salle de bains. Soit il me disait bonsoir et partait, soit il posait sa grande main sur mon dos pour me pousser vers le couloir. Tout en rangeant, je guettais nerveusement ses moindres gestes. Je n’ai jamais refusé ses invitations. Sa main m’emprisonnait au point que j’étais incapable de m’y opposer. Inversement, je ne pouvais pas non plus prendre l’initiative de l’invitation. Parce que son “Bonsoir” tombait d’une manière par trop détachée. 


L'annulaire
Yoko Ogawa





one of my breakfeast this summer in Tokyo 
August 2014



///


///

samedi 17 janvier 2015

İnsan yalnızlıktan, her zaman istemeyerek de olsa, şuna ya da buna, bir sese, bir görüntüye tutunarak kendini kurtarıyor

ve orada durup Fener’den gelen o uzun ve sabit ışığı, üҫ işığın iҫinde kendi ışığı olan en sonuncusunu karşılamaya hazırlandı, ҫünkü insan onları hep aynı saatte o ruh haliyle izlerken elinde olmadan kendini gördüğü şeylerden bir tanesiyle ilişkilendirmeden edemiyordu; ve o şey, o uzun ve sabit ışık, onun ışığıydı. Sık sık kendini elinde işiyle oturmuş bakarken, oturmuş bakarken buluyor ve sonunde baktığı o şeye –mesela o ışığa– dönüşüyordu.[...] İnsan yalnızlıktan, her zaman istemeyerek de olsa, şuna ya da buna, bir sese, bir görüntüye tutunarak kendini kurtarıyor, diye düşündü Mrs. Ramsay. Kulak kabarttı ama etrafında ҫıt yoktu; kriket maҫı bitmişti; ҫocuklar yıkanmaya gitmişti; bir tek denizin sesi vardı. Örmeyi bıraktı; kızıl-kahverengi uzun ҫorap ellerinde bir an sallandı. O ışığı tekrar gördü. Gizli bir alayla sorgularayarak bektı o sabit ışığa, ҫünkü insan ayıldığında ҫevresiyle ilişkisi de değişirdi, acımazsızdı ışık, amansızdı, kendisine hem ҫok benziyor hem de hiҫ benzemiyordu, onu hükmü altına almıştı (geceleri uyandığında ışığın yataklarının üzerinden aşıp yere vurduğunu görüyordu), ama bütün bunlara rağmen parmaklarıyla beynindeki mühürlü bir kutuyu kurcalıyormuş da kutunun aҫılmasıyla birlikte bir haz seline kapılacakmış gibi bakarken,  mutluluğu tatmıştı, muazzam, derin bir mutluluğu, ışık kabaran dalgaları gümüşüyle biraz daha parlatırken, günışığı  solup denizin mavisi silinirken ve lekesiz limonu andıran dalgalar kıvrılıp kabararak kumsala vururken, Mrs. Ramsay’ın gözleri duyduğu vecdle parlarken ve zihninin tabanını zevk dalgaları yalarken, Yeter! demek geldi iҫinden, Yeter!

Deniz Feneri
Virginia Woolf


un peu de narcissisme...


me & adored Virginia Woolf



///




///