mercredi 17 décembre 2014

Fırtınaya yakalanmış bir kişinin sokak lambası direğine sımsıkı sarılması gibi, gündelik rutine sarılmıştı





Moving bookshelves, Like windows of the boats 

 Two "modern divans" Do students psychoanalyse themselves alone in the library?

photos by me
Leicester-Leicester University Library
September 2014

Tsukuru o günleri uyurgezer gibi, hatta ölmüş olduğunun farkına henüz varamamış bir ölü gibi yaşadı. Güneş yükseldiğinde  uyanıyor, dişlerini fırҫalıyor, eline geҫen ilk giysiyi üzerine geҫiriyor, trene binip üniversiteye gidiyor, sınıfta not tutuyordu. Fırtınaya yakalanmış bir kişinin sokak lambası direğine sımsıkı sarılması gibi, gündelik rutine sarılmıştı. İşi düşmedikҫe kimseyle konuşmuyor, tek başına yaşadığı apartman dairesine dönünce yere oturup duvara yaslanarak ölümü, bazen de hayatta eksik olan şeyleri düşünmeye dalıyordu. Sanki önünde ağzını kocaman aҫmış derin kuyunun karanlığı, yerkürenin merkezine kadar uzanıyordu. Orada görebildiği, kesif bir bulut halinde girdap oluşturan bir hiҫlik, duyabildiğiyse kulak zarına basınҫ yapan derin bir sessizlikti. Ölümü düşünmediği zamanlarda, hiҫbirşey düşünmüyordu. Hiҫbir şey düşünmemek o kadar zor değildi. Gazete okumuyor, müzik dinlemiyor, cinsel istek bile duymuyordu. Dış dünyada meydana gelen olaylar onun iҫin hiҫbir anlam ifade etmiyordu. Odasına kapanıp kalmaktan yorulduğunda, dışarı ҫıkıp amansızca ҫevrede yürüyüşler yapıyordu. Bazen de istasyona gidiyor, uzun uzun trenlerin durup kalkışını izliyordu.

Renksiz Tsukuru  Tazaki’nin Hac Yılları

Haruki Murakami 

///


///

dimanche 7 décembre 2014

Beni bulmak iҫin şehrin haritasına ihtiyacın yok, ben burdayım Liv! (Haritasız Kentler 18)



Özlüyorum. Hiҫ görmediğim, adını bile bilmediğim birini özlüyorum. Bu şehre geldim, onu bulmaya. Gelir gelmez de ilk yaptığım, her şehre varır varmaz yaptığım gibi, turizm danışma bürosuna gidip şehrin haritasını sormak oldu. Şehrin haritası olmadığını öğrendiğimde ҫok şaşırdım. “Peki o zaman onu nasıl bulacağım?” deyivermişim belli belirsiz fısıdayarak, gişedeki bayan söyledi, farkında bile değildim. Elimdeki kağıttta gideceğim yere dair bir tarif vardı, adres değil: gardan ҫık, sahil boyunca yürü, karşı tarafta turuncu duvarlı binayı görünce karşıya geҫ, yanından geҫip şehre doğru yürü, solunda mor duvarlı binayı görünce altındaki züccaciyeciye kırmızı duvarlı binayı sor, kırmızı binayı bulunca olduğun yerde dur, arkanı dön, gördüğün mavi boyalı binanın üҫüncü katına ҫık, sağındaki kaverengi kapılardan üzerinde kapı tokmağı olan daire. Bu üstünkörü tarifin yazılı olduğu katlanmış kağıdı aldığımda, iҫine hiҫ bakmaksızın cebime attığıma pişman olmuştum. Danışma bürosunun gişesinden cam kapıya doğru yavaş adımlarla yürürken hala haritası olmayan bir şehirde yaşayacağıma inanamıyordum. Kapıyı dışarıdan kapattıktan sonra, tam karşıda, iki şeritli otoyolu geҫtikten sonra varılan sahilde, yüzü bana dönük olarak elinde pankart tutan birini gördüm. Pankartta şöyle yazıyordu “Beni bulmak iҫin şehrin haritasına ihtiyacın yok, ben burdayım Liv!”

Binnaz Bulut

Haritasız Kentler















 "Dans l'horloge de Musée d'Orsay" 
photos taken and named by me 
Musée D'Orsay 
 July 2014 - Paris 


///


///

samedi 6 décembre 2014

Bu kadar ince ve kırılgan bir varlığın böylesine yıkılmaz oluşuna (Haritasız Kentler 17)





my drawing 
"Les enfants du siècle. Avec Juliette Binoche  et Benoît Magimel" 
30/10/2001



İsmini şehirdeki birҫok yön tabelasında gördüğüm bir park vardı, burası o park olmalıydı. Bu şehrin haritası olmadığı, parkın girişinde ismi yazmadığı iҫin bilemiyordum. Park ıssızdı. Bu pazar günü, üzerleri sararmış yapraklarla kaplanmış bahҫelerin arasında kıvrım kıvrım uzanan camur yollardan geҫen bir tek ben vardım sanki. Yaprakların sarısı öylesine canlı, soğuk hava öylesine aҫık ve güneşliydi ki baharın habercisinin yeşil yaparaklar değil, onlar olduğuna inanacaktım adeta. Sonbahar da bir bahar değil miydi… O halde yine bahar gelmişti, bu seneki baharların sonuncusu. Ağaҫ gövdeleri kalın, yaparaklar sık sıktı dallarda. Kyoto’da gezdiğim bambu ağaҫlarının gövdeleriyle tam bir tezatlık iҫindeydiler. Hayatımda bir bambu ağacına ilk dokunuşumda yaşadığım şoku hala hatırlarım. Yeşil, incecik, upuzun gövdeyi hafif bir kuvvetle biraz itsem, ağacın sallanacağını sanıp nasıl da yanılmıştım. Ağacı yerinden kıpırdatmak şöyle dursun, az kalsın el bileğimi burkuyordum. Bu kadar ince ve kırılgan bir varlığın böylesine yıkılmaz oluşuna ilk kez tanık olmuştum. 


Haritasız Kentler

Binnaz Bulut 

///



/// 

Bedeninden müthiş bir canlılık yayılıyordu


O esnada merdivenlerden ayak sesleri geldiğini işittim, derken ofisin kapısında duran bir kadının biraz irice olan vücuduyla, ışığı engellediğini farketim. Otuzlarının ortasındaydı, epeyce dolgun olsa da fazlalıklarını ҫok az kadının yapabileceği şekilde, fevkalade güzel taşıyordu. Lacivert benekli krepdöşinden elbisesinin üzerindeki yüzünün, olağandışı bir güzelliği yoktu, buna karşın bedeninden, daha ilk bakışta fark edilen, sanki vücüdünda bulunan her sinir iҫin iҫin yanıyormuş gibi, müthiş bir canlılık yayılıyordu.

Muhteşem Gatsby


F. Scott Fitzgerald 







Sunny, my friend Burcu G.'s cat 
Istanbul - January 2014 
Photos taken by me









///


///