Istanbul - March 2014 -
photos taken by Ҫınla Akdere
Deniz kenarına
dizilen balıkҫı lokantalarından, denize en yakın olanına geҫip oturdular. Masa,
ânında mezelerle donandı. “Ne iҫiyoruz?” sorusu, keyifli, kahkahalı gülüşlerle “Rakıı!!”
olarak onaylandı. Bu arada ikisi de, kentli alışkanlığıyla, kollarındaki
saatlerinden şortlarına, gömlerklerinden spor ayakkabılarına, saҫ tıraşlarından
akşamın o saatlerinde hafiflemiş de olsa havanın iҫindeki dalgalanan, tıraştan
sonra sürdürdükleri kokularına dek, hızla, kendileri bile farkında olmadan,
birbirlerini gözden geҫirmiş oldular. Sonuҫ, ikisinin de parasal durumu aşağı
yukarı aynıydı. Keyifleri bu bakımdan yerindeydi.
...
Okul anıları,
hayatta neler yaptıkları, evlilikleri, ҫocukları vb konuşulmuştu. Pek keyifli
bir sohbet havası vardı. Ama üҫüncü dubleye gelindiğinde, hafiften bir
durağanlık, hafiften hafiften hüzne benzeyen, ama hüzün olmayan, sıkıntıya
benzeyen, ama sıkıntı olmayan, karşısında, kendisini anlayacak, yaşam hakkında
felsefesi olan birini bulmanın getirdiği, huzura benzeyen, ama huzur olmayan
bir durumun gölgesi düşmeye başladı.
Kara yağız olan
kalın seslisi, gülüğü zaman bile kara közlerinde gizlenmiş bir dolu sorunun
verdiği sıkıntı sezilen, uzun uzun uzaklara baktıktan sonra, anlattıklarını
sonuҫlandırdı:
“Yani azizim,”
dedi, “sonuҫ olarak, kuyruğum sıkışmış durumda. Bankacılığı hiҫ sevmedim zaten.
Sevmesem de, iyi bir bankacı oldum. Sadece iyi bankacı. Öylesine
yoğun ҫalışmak zorunda kaldım ki, hiҫ kendimi yaşamaya, kendimce gönlümce bir
yol ҫizmeye vaktim olmadı. Senin işin daha...”
“Yok!Benimkini da
sayma. Biliyorsun ben akademiye gitmek istiyordum. Babam rahmetli işte...
Mühendislik hiҫ benim işim değildi. O, müteahhitler, kalfalar, işҫiler... Çok
zorlandım. İyi kazandım, rahat yaşadım. Ne var ki, zamanimı ҫok kötü harҫamış
oldum”.
Nezihe Meriҫ
Gülün İҫinde Bülbül
Sesi Var
*
*
Aucun commentaire:
Enregistrer un commentaire